Hocanın Yalnızlığı

Hocanın Yalnızlığı

Timurlenk (Aksak Timur) Şah, yönetimindeki, Türkistan, İran, Azerbaycan, Irak, Suriye, Altınordu Ülkesi ve Kuzey Hindistan’ı (Çin’e ve Delhi’ye kadar uzanan bütün Asya’yı) içine alan Timurlular Devleti’nin sınırlarına, Yıldırım Bâyezid Han’ı yendiği Ankara Savaşı’ndan (1402) sonra Anadolu’yu da katmıştı. Altı asır önce ülkemiz, tarihçilerin Fetret Dönemi adı verdikleri bir zafiyet sürecine girmişti.
Timurlenk Şah, önüne gelen beldeleri yakıp yıkarak ve karşısına çıkan orduları yenerek ilerlerken yolu Akşehir’den geçecekti. Bunu duyan Akşehir halkı panik halindeydi, yurtlarının yıkılıp talan edilmesinden korkuyordu. Akşehir’in alimlerinden biri de Nasrettin Hoca’ydı.[1]

“Timur’un Akşehir’de otağını kurduğu günlerdir. Onun ordusuyla birlikte getirdiği bir sürü de fil vardır etrafta. Timur, onları değişik yerlere dağıttırır, biri de Akşehir’in payına düşer.

Bir süre sonra Akşehirliler fili beslemekte zorlanmaya başlar. Durumu Timur’a iletmek isterler, ama bu işi kim yapacaktır. Hiçbiri cesaret edemez. Sonunda Nasreddin Hoca Timur’a gitmeyi kabul eder. Ancak bir şartı vardır. Yalnız gitmeyecek, hemşehrileri onu yalnız bırakmayacaktır!

Ertesi gün Hoca önde, Akşehirliler arkada olmak üzere Timur’un otağına doğru yola koyulurlar. Otağdan içeri giren Hoca hemen Timur’a dönerek görevini yerine getirmeye çalışır. ‘Sultanım, Akşehirli kulların…’ deyip arkasındakileri işaret etmek için geriye döner ki kimse kalmamış. Hemen konuşmasını tamamlar: ‘Gönderdiğin file acımaya başladılar. Hayvancağızın canı sıkılıyor. Lütfetseniz de bir de dişisini gönderseniz…’

Hoca’nın bu isteği üzerine Timur hemen emirler yağdırır: ‘Çabuk, tez zamanda Akşehir’e bir de dişi fil bulun!’.
Hoca memnun, Timur memnun; vedalaşıp ayrılırlar. Hoca otağdan biraz ayrıldıktan sonra bakar ki birlikte geldikleri arkadaşları etrafında… Merakla sorarlar Hoca’ya: ‘Ne oldu, alıyor mu? Kurtuluyor muyuz filden?’
Hoca, topluluğu şöyle bir süzdükten sonra gülümseyerek cevap verir: ‘Müjde, gözünüz aydın… Timur filimizin yalnızlığına acıdı, bir de yanına dişisini gönderecek!’ (s.202-203).

Akşehirliler, Timur’un karşısında Nasrettin Hoca’yı yalnız bırakmalarının cezasını çekerler. Hoca, halkı toplamış, meseleyi istişare etmiş, çözümü üretmiş, önlerine düşüp Timur’a kadar götürmüştür.. Toplum, meselelerine sahip çıkıp Hoca’ya desteğini sürdürseydi, sonuç da alabilirlerdi.. Hoca, tek başına ne yapabilir?

Toplum hocayı yalnız bırakarak, kendi meselesine sahip çıkmamış olmaktadır. Siyasi gücü elinde bulunduran yöneticiler ve ekonomik gücü elinde bulunduran zenginler bilgi gücünü elinde bulunduran alimlere tabi olup adaletle işleri yürüteceklerdir. İslam toplumunda siyaset, şeriatın (hukukun) uygulaması olduğundan, bilgi gücü, siyasi ve ekonomik gücü denetleyip yönlendirir.. Alimlerin etkisizleşmesi, itibarsızlaşması, halkın zararınadır; bu nedenle toplum haklarını alimlerin öncülüğünde ararlar.. Allahu Teala “Kıyamet günü, bütün insanları, huzuruma önderleriyle çağıracağız.”[2] buyurmaktadır; Hz.Peygamber’in (s.a.v.) varisi olan alimlerin cemaatleri olarak haşır olacağımız bildiriliyor.

Osmanlı’da İkinci Mahmud tarafından 1826’da Yeniçeri ocağı kaldırılınca, ulema yalnız kaldı ve beli kırıldı. Yeniçeriler barış zamanında İstanbul’u korur, sefer sırasında da merkezi orduyu oluşturur, Padişah’ı korurlardı. Osmanlı’da muhalefeti ulema – Yeniçeri ittifakı oluştururdu. Bu yüzden, Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması, yargıdan kademeli bir biçimde uzaklaştırılan alimleri eğitime hapsetti, etkisizleştirdi.

İki yüzyıllık modernleşme maceramızın özünü, alimlerin susturulup etkisizleştirilmesi ve İslam’dan uzaklaşan yöneticilerle zenginlerin işlerini keyfi yürütmesi oluşturur.. Türkiye’de modernleşme, hocanın, alimlerin yalnız, sessiz ve etkisiz hale getirilmesi, siyasetin ve ekonominin İslam’dan kopup bozulması ve ülkenin kör gidişe yuvarlanması anlamına gelir.
Milletimiz, yetiştirdiği alimleri yalnız bırakınca, devletimiz zafiyet gösterdi; milyonlarca kilometre toprak kaybettik.. İki yüzyıldır, oluk oluk kanımız dökülüyor.. Ülkemizin yer üstü ve yer altı kaynakları yağmalanıyor.

Siyaset ve ekonomi, ilim, ahlak ve hukuk temeline oturtulmadığı sürece, kargaşa, çatışma ve güçsüzlük de devam edecektir.. Devletin güçlenmesi, ülkemizin vaziyet ve istikametini düzeltmesi, hocanın arkasında sağlam durmaya bağlıdır.

[1] Nasreddin Hoca (d. 1208 – ö. 1284) yaşadığı yıllarda, Timur (1336 -1405) daha dünyaya gelmemişti.. Timur’la Nasreddin Hoca’ya mal edilen fıkraların sayısı çok fazla değildir. Prof. Dr. Saim Sakaoğlu, kitabında, bunlara ilişkin “Hoca ve Timur Fıkraları” başlığı altında kısa bir değerlendirme yapmış: “Türk nüktedanı Nasreddin Hoca ile Moğol hükümdarı Aksak Timur ayrı yüzyıllarda yaşamışlardır. Hoca’nın ölüm tarihi ile Timur’un doğum tarihi arasında yüzyıldan fazla bir zaman vardır. Bu sebeple bu iki ünlü kişinin yüz yüze görüşmeleri hiçbir zaman gerçekleşmemiştir. Belki Nasreddin Hoca’nın görüştüğü devlet adamı bir başkası, Timur’un görüştüğü nüktedan kişi yine bir başkasıdır. Timur’la Ahmedî’yi karşı karşıya getiren fıkralar belki de tarih bilgimize daha uygundur. Timur ile karşı karşıya getirilmesini belirli sebeplere bağlamaktadırlar. Bunların başında Timur’un Anadolu halkına yaptığı kötülüklerin öcünü almak istemesini ilk sebep olarak sayabiliriz. Nasreddin Hoca zamanındaki başka Moğol sultanlarını hedef alınmış olabileceğini de unutmamak gerekir.” Saim Sakaoğlu, Nasreddin Hoca Fıkralarından Seçmeler”, Akçağ Yayınları:732, Ankara 2005, s.197
[2] İsra Suresi, Ayet: 71.