Kendimizi nasıl ifade edeceğiz ki?..

Kendimizi nasıl ifade edeceğiz ki?..

Şu sıralar çeşitli vesilelerle, kendimizi başka ülkelerin halkları tarafından nasıl algılanmak istiyorsak o doğrultuda çalışacak ve tek bir merkezden yönetilecek mecralar oluşturulmasının (TRT World’ün yanı sıra) ne kadar hayati bir önem taşıdığını anlatıp duruyorum. 5N1K programının, uluslararası arenada siyasi iletişimin nasıl yapılması gerektiğine dair sorularını yanıtlarken de, kaldığım yerden konuşuyorum duygusuna kapılarak anlatmayı sürdürmüştüm. Bu konu ezberlenmeli çünkü:

Sıklıkla ifade edegeldiğimiz bir tanımı tekrar hatırlayalım. Uluslararası arenada siyasi iletişimi iki alanda sağlamak mümkündür. Birisi diplomasi, ikincisi ise kamu diplomasisi. Diplomasi; devletler arası olan bir ilişki ve iletişim biçimi. Diplomasi, bir ülkenin devletinin diğer bir ülkenin devleti ile olan siyasi, sosyal ve ekonomik iş hedefleri doğrultusunda, stratejik hedefleri doğrultusunda ikna ve değişim sağlama amacıyla yürütülen çalışmaların tümü. Buna dış ilişkiler de diyebiliriz.

İkincisi ise kamu diplomasisi dediğimiz, bir devletin diğer bir ülkenin insanlarının algısını değiştirmek ve kendi algı hedefleri doğrultusunda belli bir noktaya taşımak için yürüttüğü faaliyetlerin tümü.

Bu ikisi eğer birlikte olmazsa, stratejik algı ve ikna hedeflerine ulaşmak mümkün olmuyor. Belki, dünya arenasında muhatap olarak karşınızda bir demokrasi yoksa, sadece diplomatik ilişkilerle, sadece karşınızdaki otokrata hitap ederek siyasi iletişimi uluslararası boyutta yönetmeniz mümkün olabilir.

Ancak karşınızda diktatörlük değil demokrasi varsa o zaman muhatap olduğunuz iktidar, hedefleri belirlerken ve ikna yöntemlerini oluştururken halkın ve genel kitlelerin algısı doğrultusunda hareket etmek zorunda hissediyor kendisini.

Bu nedenle o halkı etkilemek ve onun algısını değiştirmek yolunda yapılan çalışmalar çok büyük önem taşır. Demokratik ülkelerde bir ‘algı operasyonu’, daha doğru deyişle Algılama Yönetimi çalışması yürütüp o insanların, iktidarın sürekli temas halinde olmak istediği seçmenlerinin duygu ve düşüncelerini etkileyip değiştirmeyi hedefliyorsak, bu yolculukta o ülkenin politikacılarının ve hükümetinin bizim istediğimiz boyutta karar almalarını sağlayabilmek için Kamu Diplomasisi en geçerli araçtır.

Bu ikisinin, hem diplomasi ve hem de kamu diplomasisinin birlikte yürütülmesi gerekir.

Bu iki alandan ilkinde, yani dış politikada yürütülen çalışmalar konusunda Türkiye çok başarılı. Kendisini gayet iyi anlatıyor. Aynı başarının Kamu Diplomasisi konusunda yürütülen çalışmalarda da tekrarlandığını iddia etmek neredeyse imkânsız. 

Kamu Diplomasisi’nde işler şöyle yürümüyor: Afrin harekâtı başlasın, Zeytin Dalı’nı ilan edelim. Ondan sonra da Kamu Diplomasisi faaliyetlerini devreye sokalım… Burada süreçler tıkanıyor; çünkü artık geç kalınmıştır. Kamu Diplomasisi, diplomasiden farklı olarak pek çok meselenin daha uzun vadede ve çok önceden ele alınmasını, devreye sokulmasını gerektiriyor.  Diplomasiyle birlikte yürütüldüğünde daha verimli sonuçlar verecek etkisini görebilmemiz için buna ihtiyaç var.

 

Alıntı : Yeni Şafak

Türkiye bu konuda çok açık ve net bir biçimde tavır aldı 2010 yılında. Dönemin başbakanı Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından ciddi bir kanun çıkarıldı. Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü kuruldu. Başlangıçta bir iki çalışma yapıldı. Ondan sonra da bir atalet içerisine düşüldü.

Bugün, Batı basınının tamamı bizim harekâtımız ile ilgili “TSK Kürtleri vuruyor” diye veriyor haberi. Ne PKK’dan bahsediyor, ne teröristlerden. Oysa biz dış ilişkiler anlamında sadece o taraftan vurgu yapıyoruz ve anlatıyoruz tehditleri de sorunları da. O ülkelerin kamuoyunda mevcut duruma paralel bir algı yaratamıyoruz. Bu da gösteriyor ki biz değil, bizim karsımızdaki güçler bu alanda daha başarılı bir iletişim çalışması yürütüyorlar. Bu da üzücü bir durum tabii ki.

Türkiye Cumhuriyeti’nin bunu hak ettiğini düşünmüyorum. Sayın Cumhurbaşkanımızın da hak ettiğini düşünmüyorum. Çünkü, büyük çaba harcıyor ve de bunu düşünüp bu Kamu diplomasi Koordinatörlüğünü ihdas eden de o. Fakat ne hikmet ki, ne yazık ki bu konuda hakikaten gereken çalışma yürütülemiyor.

Bu çalışmanın o Koordinatörlük kurulduğu günden itibaren etkili olarak sürdürülmesi gerekirdi.

Kamu Diplomasisi konusunda yapılacak o kadar çok şey var ki: Filmler, sergiler, paneller, seminerler, belgeseller, kitaplar, gösteriler, aklınıza gelebilecek pek çok etkinlik koordine edilebilir, organize edilebilir.

Oysa çok dağınık bir yapı var Türkiye’de. Pek çok bakanlık ve resmî, yarı resmî sivil olan toplum örgütleri kendi başlarına çok sayıda proje yapıp yönetmeye çalışıyorlar. Ve burada para, zaman ve insan kaynağı bir türlü birleştirilip hedefe kilitlenemiyor. Bu yüzden de çok ciddi zaaf söz konusu. Bir an önce farklı mecralar birleştirilmeli ve bana sorarsanız Cumhurbaşkanının koordinasyonunda bu iş tek elden ve bilinçli bir şekilde, aynı hedefe kitlenmiş şekilde yönetilmeli.

Çocukluğumdan beri iki filmin yapılacağı hikayesi ile büyüdüm. Bir tanesi Mevlâna filmi, diğeri de Atatürk filmi. Ve de bunların 360 derece yan ürünleri… Her ne hikmetse bu filmler bir türlü çekilemedi. Bunların devlet tarafından yapılmasına da gerek yok. Hatta yaparsa da yanlış olur. Örnekleri var bir sürü dünyada. Türkiye’de de var.

Devletin görevi, teşvik ve koordinasyondur; yapımcılık değil. 1490’larda İspanya’dan göç eden, Osmanlı İmparatorluğu’nun kapılarını açtığı Yahudilerle ilgili bir film, bir iletişim çalışması yapılabilir. 2. Dünya Savası sırasında öldürülmek istenen Yahudileri kurtaran dönemin Türkiye Lyon fahri konsolosu Albert Routier ile ilgili bir film yapılabilir.

Ne yazık ki, bunların hiçbiri maalesef yapılamıyor. Ve bizim dünya görüşümüz, ortak ruhî şekillenmemiz ve dünya duruşumuz konusunda dünyadaki algımızı bir üst seviyeye taşıyacak bu tür Kamu Diplomasisi ile ilgili çalışmaların, ortak bir koordinasyon ile yönetilmesi gündeme bir türlü gelemiyor.

Bir an önce Türkiye’nin bu konuya el atması lazım. Çünkü dönüp dolaşıp ağlaşıyoruz: “Kendimizi ifade edemiyoruz, kara propaganda, algı operasyonu yapıyorlar” diye…

Peki tüketim araçları ne operasyonu yapıyorlar ki? Bugün örneğin perakende sektörü, ya da gazlı içecekler veya tekstil sektörü, moda ürünleri, markalar, ne operasyonu yapıyorlar? Algı operasyonu dedikleri şeyi yapıyorlar. Bizim onlarla ilgili algımızı yönetiyorlar. Ve de biz ona göre tercih kullanıyoruz.

Aynı şey ülkeler için de geçerlidir. Ülkeler de kendi algılarını yönetirler ve bizim onları tercih etmemizi ve onların ürünlerini, hatta fikriyatını tercih etmemizi sağlarlar. Oyunun sağlam kuralı budur ve gerçeklerimizden yola çıkarak bihakkın uygulanması gerekir.

Türkiye bu konudaki kafa karışıklığından olmalı, maalesef üzerine düşen ev ödevini henüz tam anlamıyla yapabilmiş değil.